21. Yüzyılda ‘Mavi Vatan’ Doktrini

0
2653

Osmanlı üç kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına ve siyasi coğrafyasının gereksinimlerine rağmen, yaşamsal önem taşıyan deniz gücünü 16. yüzyıl dışında kuramsal anlamda bile kavrayamadı. Böylece sadece jeopolitik olarak denizlerden uzaklaşmadı, aynı zamanda denizcileşemedi. Kapitülasyonları dayatanlar, okyanuslara yayılıp, yeni sömürgelerle zenginleşirken, bu yeni rekabet ortamına, başka oyuncuların çıkmasını engellediler.

Deniz tarihimiz denizci devletlerin Çeşme, Navarin, Sinop gibi kalleşçe baskınlarıyla doludur. Maalesef bu baskını yapanların çoğunluğu, bugün müttefikimizdir. Benzer bir baskını 2008-2016 arasında FETÖ üzerinden uyguladılar.

Denizlerdeki gerileme ve donanmasızlık, imparatorluğun duraksaması ve çökmesi ile ardı ardına toprak ve can kayıplarına ve sonunda Anadolu’nun işgali ile neredeyse Türklerin tarihte ilk kez vatansız kalması aşamasına gelmesine sebep olmuştur. Yunanistan’ın kurulması; 93 Harbi sonrası Kıbrıs’ın, Balkan Savaşlarında Ege Adalarının kaybı; İkinci Dünya Savaşı sonunda 12 Adaların Yunanistan’a bırakılması hepsi Türkiye’nin denizlerden koparılmasına yönelikti.

Sevr haritası, açık deniz ve okyanuslardan koparılmış, her taraftan kuşatılmış, bir daha Avrupa’ya asla tehdit olamayacak şekilde Türkleri karaya gömen bir haritaydı. Bu haritaya Türkiye önce Kurtuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması daha sonra Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Anadolu’ya katılmasıyla gereken cevabını verdi. Bugün de emperyalizmin inatçı tutarlılığını Suriye’den Libya’ya; Irak’tan Azerbaycan’a Karadeniz’den Ege ve Doğu Akdeniz’e her türlü kışkırtma ve tehdit ile yaşıyoruz.

NATO ve Emperyalizm

Türkiye’nin 1946 sonrası Avrupa-Atlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği Anadolu jeopolitiğini emperyalizm emrine sundu. Türkiye, kara cephesinde ucuza mal edilen askeriyle Sovyet tümenlerini durduracak; havada da gerekirse nükleer silahlar başta olmak üzere Washington planlarına göre verilen görevleri yerine getirecekti.

Denizde Türkiye’nin görevi Karadeniz ile sınırlandırılmıştı. Emperyalizm, denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül etmez. Türk deniz gücü kıyılarda kalmalıydı.

Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de deniz tatbikatı yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi.

Deniz Kuvvetlerinin uyanışı Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noeli ile başladı ve 11 yıl sonra Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşından sonra ikinci zaferini elde etti. O gün emperyalizmin Türkiye’yi güneyden kuşatmasına son verildi. Artık Deniz Kuvvetleri için Ege ve Akdeniz’deki hayati hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi gereken en önemli ve öncelikli değerlerdi.

Doğu Akdeniz’deki Emperyalist Yağma Eğilimleri

Akdeniz’in derinliklerindeki  muazzam zenginlik, kaçınılmaz olarak bütün emperyalist güçleri bölgede hummalı bir çalışmaya yönlendirmektedir. ABD, Doğu Akdeniz’de enerji güvenliği temelinde bir araya gelen Güney Kıbrıs, İsrail ve Yunanistan arasında tesis edilen bölgesel iş birliğine aktif olarak katılmayı planlamaktadır.

ABD’nin yanı sıra, İsrail ve Mısır gibi bölgesel güçlerin, Rusya’nın ve Avrupa’nın dev petrol şirketlerinin de denkleme dahil oldukları bir süreç yaşanmaktadır. Deniz gücüne yaptığı yatırımlar ve dünya denizlerindeki artan faaliyetleriyle Çin özel olarak bölgede dikkat çekmektedir. Ekonomik olarak etki alanını tüm dünyaya yaymayı amaçlayan bu yeni emperyalist güç, dünya okyanus ve denizlerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor.

Akdeniz Kalkanı Harekâtı

Brüksel’deki NATO karargâhındaki Türk Delegasyonu, 1 Nisan 2006 sabahı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “Akdeniz Kalkanı-Mediterranean Shield” isimli enerji güvenliğine yönelik deniz harekâtının başlatıldığını yazılı bir açıklama ile tüm ittifak üyelerine duyurmuştu. Bu açıklama NATO’da deprem etkisi yaratmıştı. Böylesine bir harekatın asıl ihtiyaç nedeni Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 2 Nisan 2004 tarihinde, 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere ilan ettiği hukuksuz MEB sahasıydı.

Türkiye’nin kıta sahanlığı/MEB’ine müdahale ediyordu. AB için hazırlanan ve söz konusu sahanın ilanına temel teşkil eden Seville Üniversitesi Akdeniz MEB haritası ise Türkiye’nin deniz yetki alanından, yani Mavi Vatanından kabaca 150 bin kilometrekare çalıyordu.

FETÖ ve Atlantik etkisinin dış politikadan iç politikaya en ağır şekilde hissedildiği ve yaşandığı bir dönemde Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanımızı korumaya yönelik bir reflekse ihtiyaç vardı. Harekâta fırkateynler, denizaltılar, korvetler, hücumbotlar ile deniz hava unsurları katılacaktı. “Akdeniz Kalkanı” harekâtı çerçevesinde Mersin ve Magosa’da fırkateyn, tanker ve korvet konuşlandırılması başlatılıyordu.

AB, Türkiye’nin Akdeniz’deki Mavi Vatanını korumasını istemiyordu. AB’nin 2009 Türkiye ilerleme raporun yayınlanmasından 4 ay sonra Deniz Kuvvetlerinin görevdeki 4 Amirali ve onlarca subayı Balyoz kumpası ile tutuklandı. Türk deniz tarihinin bu en karanlık dönemi 2014 sonrası kapanma sürecine girdi.

15 Temmuz 2016 FETÖ darbesi sonrası Türkiye’nin jeopolitik ve dolayısı ile ulusal çıkarlarını savunma refleksinde önemli değişim yaşandı. Bu değişimde zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi en önemli rolü oynadı. Bu sürecin adı 2006 yılında tanımladığım Mavi Vatan sembolü ile öne çıktı. Türk halkı bu kavramı sevdi. Donanmaya olan ilgi katlanarak arttı.

Bir ayağı Irak’ın kuzeyinde, güney ucu Somali ve Katar’da, Batı’da ise Libya’ya kadar uzanan geniş bir hatta, askeri, siyasi ve ekonomik nüfuz etkinlik bölgesi kurmaya dayalı bu strateji, “Türkiye’nin savunması ileri hatlardan başlar” fikrine dayanıyor. Batı literatüründe “forward defense” olarak geçen, “ileri(den) savunma” anlayışının iç politikada 2015’ten sonra yeniden şekillenen ittifakların bir ürünü olarak geliştiğini ve o zamandan beri etkisini artırarak uygulamaya konmuştur.

Darbe girişiminden sonra kimilerinin kafasında ‘Hazır TSK bu durumdayken amacımıza ulaşalım’ planı vardı. Bu planı yapanlara bir cevap 2019 Mavi Vatan tatbikatı. Türkiye’nin halen ne kadar güçlü olduğunu gösteren bir tatbikattır. Kumpas davalarda deniz kuvvetlerinin hedef alınması ve çok büyük yaralar almasına rağmen Ege ve Akdeniz’de üstün başarılar sağlaması; ulusal savunma sanayinin gelişiminde lokomotif rol oynaması bu süreci ivmelendirdi. Mavi Vatan bu ilginin somut bir sembolü oldu.

Mavi Vatan Nedir ?

Mavi Vatan kavramı, Amiral Cem Gürdeniz tarafından 2006’da dile getirilmiştir. Mavi Vatan bir kavram, bir sembol ve aynı zamanda doktrindir. Kavram olarak Türkiye’nin ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz yetki alanları (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır ekonomik Bölge) akarsu ve göllerini kapsamına alır.

 Mavi Vatan, tam anlamıyla, 26-45 Doğu Boylamları ve 36-42 Kuzey enlemleri arasındaki ana vatanımız üzerindeki stratejik egemenliğimizin denizler ve deniz diplerindeki uzantısıdır. 25-45 Doğu Boylamları ve 33-43 Kuzey enlemleri arasında kalan tatlı ve tuzlu su kitlesi üzerindeki yetki ve ilgi alanlarımızın adıdır.

Sembol olarak Türkiye’nin 21. Yüzyılda yüksek stratejik hedefi olması gereken devleti ve halkı ile denizcileşmesinin sembolüdür. Türkiye’de yüzyıllardır hâkim karacı devlet anlayışını denize ve denizciliğe yönlendirmeyi ve bu şekilde halkın denizcileşmesini sağlamayı sembolize etmektedir.

Doktrin olarak Anadolu’yu çevreleyen denizlerle, Anadolu periferisindeki diğer okyanus ve denizlerdeki hak ve çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye yönelik jeopolitik bir yol haritasıdır. Böylece kendine özgü özellikler taşıyan, denize ve denizciliğe ait ilke ve düşünceler, jeopolitik bir bütünlük içinde yol gösterici öğretiye dönüşerek, geleceğimizi jeopolitik etki alanları ve savunma eksenleri perspektifinden tarif edebilecektir.

Bu doktrin, Türkiye’nin uluslararası hukuktan meşruiyetini alan deniz yetki alanlarına hakimiyet ile bu alanları jeopolitik, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik boyutlarda etkileyecek karadaki ve havadaki oluşumları tetikleyecek yetenek ve irade sahipliğini gerekli kılar.

1982 yılında uluslararası hukukun gündemine gelen MEB kavramı, bir ülkeye kıyılarından 200 deniz mili (yaklaşık 350 kilometre) mesafeye kadar olan alanda petrol, doğal gaz aramak/çıkarmak, deniz canlılarını ekonomik açıdan değerlendirmek için tanınan egemenlik haklarını ifade ediyor. Türkiye bugün Doğu Akdeniz’de MEB’den kaynaklanan egemenlik haklarının Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ve Uluslararası Adalet Divanı’nın emsal kararları doğrultusunda belirlenmesini istiyor.

GKRY-Yunanistan ikilisinin tavrı ise Türkiye ile ihtilaflı devletlerle geliştirdikleri özel ilişkiler ya da Balkanlar ve Kuzey Afrika’daki istikrarsızlıklardan yararlanmak vasıtasıyla bir oldubitti siyaseti uygulayarak Türkiye’yi de Kıbrıs Türklerini de Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından mahrum bırakmak, Türk deniz ticaret ve Deniz Kuvvetleri unsurlarını Türkiye kıyılarından uzaklaşamayacak duruma getirmek olarak özetlenebilir.

Büyük Strateji (Grand Strategy)

Mavi Vatan, Büyük Stratejiyi (Grand Strategy) ilgilendirir. Bağımsız dış ve güvenlik politikasını savunur. AB ve ABD’nin saldırgan realist siyasetine karşı, savunmacı realist bir çerçeve sunar.  Kalıcı ittifak ve bloklaşmalara uzaktır. Ancak ‘’devletlerin sürekli düşmanı ve dostu yok, çıkarları vardır’’ prensibinden hareketle deniz hak ve çıkarlarımızın korunmasına yönelik konjonktürel geçici ittifaklara ve iş birliğine açıktır.

Atatürk çizgisindeki iç ve dış barışın tesis ve idamesini esas alır. Çevrecidir. Bu nedenle deniz-okyanus ekolojisinin gezegendeki doğal döngünün ana belirleyicisi olduğu hakikatine sadıktır. Tartışmalı alanlarda gücünü uluslararası hukuk, hak alan adil ve hakça paylaşımı savunur. Ancak karşısına çıkarılan Seville Haritası gibi maksimalist haritaları tüm gücü ile reddeder.

Denizdeki Sevr’i Reddeder

Atatürk’ün Montreux Sözleşmesi ile Türk Boğazlarının tam egemenliğini geri alması sürecin ilk adımıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Ege Kıta Sahanlığı, Karasuları ve Kardak krizlerinin yönetimi bugüne kadar uygulanan başarılı aşamalardır. Ege ve Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan üzerinden emperyalizm, Mavi Vatandan kabaca 200 bin km kareye yakın bir alan (50 bin km. kare Ege, 150 bin km. kare Akdeniz) çalmaya yeltenebilmektedir.

Bu nedenle söz konusu süreç için İkinci Sevr tanımlamasını yapmaktayız. Bu süreçte öncelikle söz konusu tehdidin ve Jeopolitik farkındalığın sağlanması esastır.

Deniz Yetki alanlarımızın oluşturduğu kabaca 462 bin km karelik bir alan bize sadece ekonomik zenginlik potansiyeli sunmuyor, aynı zamanda savunmasının denizden başladığı yarımada devletimize derinliğine savunma ve jeopolitik manevra alanı sağlıyor. Mavi Vatan kavramı, bugün Ege ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığımız bir konjonktürde karadaki Misak-ı Millînin denizdeki karşılığıdır.

Mavi Vatan, Atatürk’ün 1 Eylül 1922 sabahı ordularına verdiği ‘’İlk Hedefiniz Akdeniz’dir’’ direktifinin ikinci cephesidir. 21. yüzyılda Denizcileşmesi kaçınılmaz olan Türkiye’nin vatan kavramını yeniden tarifi, coğrafi egemenliğimizin denizdeki uzantısıdır.

Sonuç Olarak;

1920’lerde yenilmiş ve işgale uğramış bir imparatorluk kalıntısı üzerinde anavatanını koruma ve Sevr’i yırtıp atma güdüsü ile kısa süre içinde Kurtuluş ve Kuruluşu başaran Türk ulusu, 21. yüzyılda Ege ve Doğu Akdeniz’deki mavi vatan işgal teşebbüsünü def etmelidir. Bu ancak partiler üstü milli bir konsensüs ile gerçekleşebilir. Bugün Mavi Vatan bir doktrin olarak hazırdır.

Ancak hükümet muhalefet ve parlamento marifetiyle askeri, diplomatik ve ekonomik alt stratejilerle desteklenmesi ve tüm bunların uzun erimli bir siyasa belgesi ile sonuçlandırılması gerekir. Mavi Vatan doktrini günlük kararlar üzerinden değil, milli güvenlik siyaset belgesi gücünde kurumsal bir rehber ile uygulanmalıdır. 100 yıl sonra denizde karşı karşıya kaldığımız ikinci Sevr belası ancak toplumsal mutabakat, birlik ve beraberlikle yırtıp atılabilir.

Yararlanılan Kaynaklar