Deniz Haydutluğu ile Mücadele ve Türkiye’nin Konumu

0
1699
Deniz haydutluğu suçunun ortaya çıkışı insanların denizlerde faaliyet göstermeye başladığı ilk zamanlara kadar dayanmaktadır. İnsanların ticaret alanlarını deniz yolu ulaşımıyla genişletmesi, denizlerde soygun ve yağma faaliyetlerinin artmasına neden olmuştur.
Bir gemiden diğer gemiye yönelik gerçekleştirilen bu yağma fiillerine genel anlamda deniz haydutluğu denilmiş; devletler bu faaliyetlere karşı bazen mücadele etmiş; bazen de bu faaliyetleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır.

Korsanlık ve Deniz Haydutluğunun Hukuksal Niteliği

“Deniz haydutluğu (pirata)” ve “korsanlık (corsario)”, antik çağdan beri karşı karşıya kalınan iki ayrı kavramdır. Bu kavramlar arasında 20. yüzyıla kadar net bir ayrım yapılmamış, hatta uzun süre iki kavram aynı anlamda kullanılmıştır. Bu sorunun temelinde iki kavramın da aynı tarihi süreçten geçmiş olmasıdır.
1856 tarihli Paris Beyannamesi, çok sayıda devlet tarafından deniz haydutluğunun suç kabul edildiğini gösteren en önemli belgedir. Bu beyannameden sonra, devletler deniz haydutluğuna ilişkin ortak bir tavır takınmaya başlamış ve deniz haydutluğuna ilişkin kodifikasyon çalışmalarının temeli atılmıştır. 1889 Mantevideo Sözleşmesi deniz haydutluğunu önlemenin insanlığın sorumluluğunda olduğunu kabul etmiştir.

1932 yılında Harvard Üniversitesi’nde bir grup akademisyen, deniz haydutluğuna ilişkin sorunları tartışmak üzere, 1932 Harvard Deniz Haydutluğuna İlişkin Sözleşme Taslağı oluşturmuştur. 1937 Nyon Anlaşması Akdeniz’de tanımlanamayan saldırıları deniz haydutluğu olarak nitelendirmiştir. Deniz haydutluğunun ilk tanımı örf ve adet hukuku kuralını kodifiye eden 1958 Açık Deniz Sözleşmesi’nde yapılmıştır.
1980’li yıllarda BM’nin bir organı olan Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) “silahlı soygun” adında bir başka kavramı daha hukuk lügatına katmıştır.  “Silahlı soygun” eylemlerinin cezalandırılması yetkisi sadece sahil devletine ait olsa da bu eylemlere aynı cezanın verilmesini öngörmektedir. Günümüzde deniz haydutluğuna dair temel hükümler 1982 BM Hukuku Sözleşmesinde düzenlenmiştir. BM ile IMO’nun çalışmaları sonucunda, 1988’de Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme (SUA Convention) imzalanmıştır (1).
BMDHS’de geçen deniz haydutluğu tanımına getirilen coğrafi kısıtlamada devletlerin içsularında ve karasularında işlenen fiiller BMDHS kapsamında deniz haydutluğu olarak değerlendirilmemekte; yalnızca Açık Denizlerde işlenen bu fiiller deniz haydutluğu olarak kabul edilmektedir.
Deniz haydutluğu, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde uluslararası bir suç olarak tanımlanmış özel bir terimdir. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi‟nin 101. Maddesinde deniz haydutluğu en genel haliyle hiçbir devletin yetkisine tabi olmayan bir yerde veya açık denizlerde, bir gemi ya da uçağa, bunların yolcularına ya da mürettebatına karşı kişisel amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet veya alıkoyma veya yağma fiillerini kapsayan eylemler üzerinden tanımlanmıştır.

Uluslararası hukukta, deniz haydutluğuna nazaran çok daha fazla bir düzenleme alanına sahip olan Korsanlık, ya biçimsel bir savaş ilanıyla veya mühürlü mektuplarla, pasaport, görev veya talimatlarla böyle kılınan meşru savaştır. Korsanlar “yetki belgeleri (letter of marque)” yoluyla tabi oldukları devlet adına hareket ederek uluslararası hukukun bir takım koruyucu hükümlerinden istifade ediyor, yakalandıklarında savaş esiri sayılıyorlardı.
Korsanlık, 1856 tarihli Paris Konferansı Bildirisi ile yasaklanıncaya kadar, uluslararası silahlı çatışma hukukunda meşru olarak kabul edilmiştir. Bu kavramın artık uygulama alanı kalmamıştır ve günümüzde uluslararası suç sayılmaktadır.
Açık denizlerde ticaret gemilerinin hukuki statüsünün belirlenmesinde temel ilke, “Bayrak Kanunu”dur. Buna göre, bir ticaret gemisi hangi devlette kayıtlı ise, hangi devletin bayrağını taşıyorsa, o devletin uyruğunda sayılır ve o devletin kanunlarına, idare, kolluk ve yargı yetkisine tabi olur. Örneğin bir geminin sahibinin Türk olması başka; geminin kendisinin başka bir devlette, örneğin Malta’da kayıtlı olması ve Malta bayrağını taşıması başkadır. Böyle bir gemi Türk gemisi değil, Malta gemisi sayılır. Malta’nın kanunlarına, idare, kolluk ve yargı yetkisine tabi olur (2).

Tarihsel Süreç

Denizcilik insanlığın başlangıcından beri yapılan bir faaliyettir. İlk etapta küçük sandallarla sağlanan ulaşım, daha sonra yerini daha büyük gemilere bırakmıştır. Gemilerin boyutu büyüdükçe, insanların cesareti de artmış ve açık denizlerde yapılan denizcilik faaliyetleri artış göstermiştir. Ticaretin artmasıyla denize kıyısı olan devletler ticari faaliyetleri denizler aracılığıyla gerçekleştirme eğilimine girmişlerdir.

En eski uluslararası organize suç olarak kabul edilen deniz haydutluğu, Antik Yunan ve Roma için önemli bir sorun olmuştur. Tarihte kaydedilen ilk deniz haydutluğu Ege Denizinde bulunan Giritliler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Girit hem Antik Yunan zamanında hem de Roma zamanında en ünlü deniz haydutlarının sığındığı bir merkez olmuştur. Doğu Akdeniz ile Antik Yunan arasında bulunan adaya köle ele geçirmek amacıyla saldıran Dorlu Yunanlar adayı istila etmiş ve burayı bir deniz haydutluğu merkezi haline getirmişlerdir. Romalılar, bugünkü uluslararası ceza hukukunun temel yapı taşı olan “evrensel yargı yetkisi” ilkesini ve “hostis humani generis”(tüm insanlığın düşmanı) ilkesini ortaya koyarak uluslararası topluma kazandırmışlardır (3).
Avrupa’dan Anadolu’ya yaşanan Haçlı Seferleri sayesinde Akdeniz ticareti yeniden canlanmış ve ticaretin canlanması deniz haydutluğu faaliyetlerini de beraberinde getirmiştir. Özellikle, 9. yüzyıldan itibaren Müslüman deniz haydutları, Kuzey Afrika’yı kendilerine üs edinerek, Akdeniz’de yaygın bir şekilde deniz haydutluğu faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nin, “ahitname” veya “aman” verdiği devletlere ait gemilere, Osmanlı korsanlarının saldırılmasına izin verilmemiştir ve diğer devletler ile yapılan ahitnamelerde deniz haydutluğuna ilişkin düzenlemelerin bulunması, günümüz anlamıyla deniz haydutluğu faaliyetlerinin yasaklanmasına önem verdiğini göstermektedir.

Osmanlı Devleti bakımından ve Akdeniz’deki korsanlık faaliyetleri açısından en önemli dönüm noktalarından biri, 1571’de gerçekleşen İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’dır. Preveze Zaferi (1538) ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’de kazanmış olduğu üstünlük, alınan ağır yenilgi ile birlikte sona ermiştir. Bu yenilgi ile, Hristiyan dünyasında Müslümanların üstünlüğü algısı değişmiş ve Müslümanların denizlerdeki gücünde hızlı bir düşüş başlamıştır. Bu dönemden itibaren İspanyolların Akdeniz’deki hâkimiyeti ve Hristiyan korsanlığı yükselmeye başlamıştır (4).
On sekizinci yüzyılda yaşanan İngiltere ve İspanya arasındaki savaşlarda korsanlar yine önemli bir rol oynamışlardır. Devletler deniz haydutlarına izin belgeleri vererek, deniz haydutlarını kendi donanmalarına yardımcı kuvvet olarak savaşlarda kullanmışlardır. Savaşın sona ermesi üzerine korsanlara verilen izin belgeleri geri alınmış fakat korsanlar yaptıkları işi bırakmak istememişler ve deniz haydudu olarak faaliyetlerine devam etmişlerdir.
On dokuzuncu yüzyıldan itibaren gerek sanayi devrimi ile birlikte savaş gemisi yapım tekniklerinde yaşanan gelişmeler, gerek deniz haydutlarının kontrolünün ve denetlemenin zorluğu, gerekse tarafsız devletlerin gemilerine zarar vermelerinden dolayı, deniz haydutlarına belge verilerek çeşitli amaçlarla kullanılmalarına son verilmeye başlanmıştır. Bu bakımdan, 1856 yılında Paris Beyannamesi ile her türlü deniz haydutluğu faaliyetleri ve deniz haydutlarının devletler tarafından çıkarları doğrultusunda kullanılması yasaklanmıştır (5).

Deniz Haydutluğu: Somali Örneği

Yirminci yüzyıl başında artık deniz haydutluğunun yok denecek kadar azaldığını iddia edilirken, bugün tam tersine deniz haydutluğu bir “salgın” olarak nitelenmektedir. Deniz haydutluğundaki bu artışın nedenlerden biri, küreselleşme sonunda uluslararası ticarete konu malların deniz yoluyla taşınmasındaki artıştır. Diğeri ise, Somali’de olduğu gibi, bazı bölgelerde ortaya çıkan siyasi ve ekonomik belirsizliktir.
Somali’de istikrarlı bir siyasi otoritenin olmaması, bir yandan ülke ekonomisinin bozulmasına neden olurken, diğer yandan da deniz ve kara sınırlarında denetimi sağlayacak etkin bir güvenlik gücünün oluşturulmasını engellemektedir. Somali bugün “başarısız devlet” olarak tanımlanmakta ve dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak gösterilmektedir. Bu da deniz haydutları için çok uygun bir ortam sağlamaktadır. Somali adeta “deniz haydutlarının cenneti” olmuştur. Deniz haydutluğunun günümüzdeki bu tarzını “modern deniz haydutluğu” olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır (6).
Modern deniz haydutları günümüzdeki organize suç örgütleri gibi çalışırlar ve Somali sahilleri, Malakka Boğazı, Güney Çin Denizi, Nijerya Körfezi ve Amerika kıyıları gibi çeşitli yerlerde gemiciliğe ve deniz taşımacılığına musallat oluşlardır. Özellikle Somali’nin sahillerinde ve Aden Körfezi’nde artış gösteren deniz haydutluğu olayları uluslararası toplumu topyekûn harekete geçirmiştir.
Bu kapsamda, uluslararası toplum, 1982 BMDHS ve 1988 SUA Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler ve BMGK Kararları çerçevesinde, deniz haydutluğu ile ilgili mücadeleyi koordine edecek uluslararası grupların kurulması ve mücadeleyi yapacak askeri güçlerin oluşturulması ile askeri operasyonlar ve yakalanan şüphelilerin yargılama konularını da içeren etkin çaba içine girmiştir.

BMGK Kararları ile üç farklı uluslararası operasyonel güç oluşturulmuştur. ABD’nin önderliğinde oluşturulan “Birleşik Deniz Kuvvetleri (CMF)”, AB’nin oluşturduğu AB Deniz Kuvvetleri (EU NAVFOR) ve NATO’nun bölgeye gönderdiği kuvvetler uluslararası hukuk ve konuyla ilgili BMGK Kararlarına uygun şekilde Aden Körfezi ve Somali bölgesinde güvenliği sağlamak amacıyla faaliyet göstermektedir (7).

Türkiye’nin Deniz Haydutluğu ile Mücadeleye Katkıları

Türk ticaret gemileri tarafından da yoğun bir şekilde kullanılan ve 2008 yılına kadar 500’e yakın deniz haydutluğu ve silahlı soygun olayı yaşanan Aden Körfezi ve Somali karasuları ve açıklarında uluslararası toplumun başlattığı mücadeleye Türkiye de kayıtsız kalmamıştır. Bu çerçevede Türkiye, Anayasa’nın 92. maddesi ile BMGK’nın kararlarına dayanarak bölgeye deniz kuvveti göndermiştir. Türkiye’nin söz konusu mücadeleye katkısı hem NATO ve ABD’nin öncülüğünde oluşturulan CTF–151 bünyesinde hem de milli kontrolde icra edilen harekât kapsamında gerçekleştirilmektedir.
Bu kapsamda, Türk Deniz Kuvvetleri unsurlarının bölgede görevlendirilmesi maksadıyla TBMM tarafından 10 Şubat 2009 tarihli karar alınmıştır. 2010 yılından itibaren Türk Deniz Kuvvetleri tarafından “Türk Deniz Görev Grubu” oluşturularak, bölgede millî kontrolde harekât icra edilmeye başlanmıştır.
Böylece, başlangıçta sadece uluslararası kuvvetlerin bünyesinde harekât icra eden TDK unsurlarının bölgedeki faaliyetleri Kızıldeniz, Arap Denizi ve Hint Okyanusu’nda sürekli varlık göstermeye dönüşmüş, özellikle Türk bayraklı, sahibi veya mürettebatı Türk olan ticaret gemilerinin bölgeden emniyetli geçişine destek sağlanmaya başlanmıştır. TDK unsurları Somali’ye insani yardım taşıyan çok sayıda yardım gemilerini koruma ve refakat desteği sağlamış, bölgede haydutluk ve silahlı soygun eylemlerine karışan veya bu eylemleri yapma potansiyeli taşıyan gemiye “gemiye çıkma (boarding)” harekâtı icra etmiştir (8).

Yasaklanmış olan Korsanlığın günümüz örneği Libya’ya silah ambargosunu denetlemekle görevli AB’nin deniz gücü İrini Harekatı kapsamında Yunanistan Deniz Kuvvetlerinden bir komutanın yürüttüğü, Alman fırtakeyni tarafından Türk gemisi Mora Yarımadası’nın güneybatısında uluslararası hukuka aykırı şekilde “silah ambargosunu ihlal ettiği şüphesiyle” durdurulmuştur ve Türk bandıralı Roseline-A isimli konteyner gemisinde arama yapılmasıyla kriz ortaya çıkmıştır. Hukuksuz bir müdahale olduğu yetkililerce açıklanmıştır.

Sonuç Olarak;

Küresel ticaretin sağlıklı bir şekilde işlemesi, bu ticarete konu malların taşındığı denizlerin güvenliğine bağlıdır. Ama tarihin ilk dönemlerinden itibaren denizler ve denizciler çeşitli tehlike ve tehditlerle karşı karşı kalmıştır; bunlardan biri de “korsanlık” ve “deniz haydutluğu” olmuştur. Devlet destekli bir faaliyet olarak yürütülen korsanlığın 1856’da yasaklanmasından sonra deniz haydutluğu ile uluslararası toplumun mücadelesi uluslararası hukuk çerçevesinde günümüzde devam etmektedir.
Uluslararası toplumun yukarıda belirtilen uluslararası sözleşmeler çerçevesinde yürüttüğü bu mücadele sayesinde yakın zamana kadar yok denecek seviyeye indirildiği düşünülen deniz haydutluğu eylemleri son dönemde tekrar ortaya çıkmış ve bugün denizcilerin ve denizlerin emniyet ve güvenliğini tehdit etmeye devam etmektedir.
Modern deniz haydutluğu olarak nitelenen ve Somali sahillerinde ve Aden Körfezi’nde klasik deniz haydutluğu eylemlerinden farklı nitelikte ortaya çıkan bu eylemlerle mücadele de farklı araçlara olan ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin söz konusu mücadeleye katkısı çok yerindedir. Bu katkının artarak sürdürülmesi gerekir. Böylece hem Türkiye’nin uluslararası toplumdaki itibarı arttırılmakta hem de etkin bir bölgesel güç olma yolunda önemli aşama kaydedilmektedir.

Esasen tamamlayıcı bir tedbir olan ve birçok teknik, ekonomik ve hukuki sonuçları olan gemilerde silahlı özel deniz güvenlik personeli istihdamı konusunda, yakalanan deniz haydutlarının yargılanması ve cezalarının infazına ilişkin hem devletlerin iç hukukları bağlamında hem de uluslararası toplumun uluslararası sözleşmeler düzeyinde bazı düzenlemeler yapmasına ihtiyaç vardır.
Bu kapsamda, deniz haydutluğunun sadece ortaya çıktığı bölgeye değil, bütün insanlığa tehdit oluşturduğu yönündeki diplomatik gayretler bu alandaki farkındalığın artırılmasına ve gerekli tedbirlerin alınmasına katkı sağlayacaktır.
Eylem planının ekonomik ayağına bakıldığında, esasen deniz haydutluğunun ortaya çıkmasını önlemeye ilişkin olan bu tedbirler içinde siyasi tedbirleri de barındırmaktadır. Bu kapsamda, gerekli mücadele elbette denizde yapılmalıdır ve yapılmaktadır. Ama Hirsi’nin de belirttiği gibi, “… deniz haydutları balık değildir; denizde yaşamazlar, şehirlerde yaşarlar…”; bu nedenle de sorunun kaynağı denizde değil, karadadır ve asıl çözüm karada olmalıdır.

Kaynakça