Türkiye-İsrail İlişkileri: 2002-2020

0
786
İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler gerek Orta Doğu gerekse Doğu Akdeniz politikaları açısından ilgi çekici,bölgesel ve küresel aktörlerin yakından takip ettiği en önemli konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. 1949 Yılında İsrail’in bağımsızlığını tanıyan ilk Müslüman ülke olarak Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri son yıllarda sürekli dalgalanmalarla ilerlemiştir. 1990 yılından itibaren ilişkileri geliştirmek adına birçok adım atılmış ve atılan adımların iki taraflı olarak olumlu geri dönüşleri olmuştur. Türkiye İsrail ilişkilerinin geliştirilmesi, İsrail’in bölgedeki kuşatılmışlık ve güvenlik kaygılarının azalması açısından ciddi önem arz etmektedir. 1990’lı yılların ortalarında iki ülke arasındaki ilişkiler güvenlik temelinde gelişim göstermiş ve stratejik ortak olarak nitelendirebileceğimiz boyuta ulaşmıştır.
Ayrıca İsrail’in Türkiye’ye ek olarak Ürdün ile de geliştirdiği ikili ilişkiler,İsrail’in Orta Doğu’da hissettiği güvenlik sorunlarına ve soyutlanmışlık duygusundan arınmasına yardımcı olmuştur. Orta Doğu’da önemli bir faktör olarak Türkiye ile geliştirilen ilişkiler, İsrail Hükümeti tarafından algılanan tehdit ve kuşatılmışlık olgularının azalmasına yol açmıştır. Arap Devletleri ile yaşadığı çatışmalar ve savaşlar neticesinde bölgede Arap olmayan devletlerle ilişkileri sıkı tutmaya çalışan İsrail’in, Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler askeri,ekonomik ve stratejik boyutta ciddi ilerleme kaydetmiştir. Ancak geliştirilen bu ilişkiler, 2000 yılından sonra yerini durağanlaşan ve gerileyen bir ilişkiye bırakmıştır.
Orta Doğu’da bölgesel güç olmaya çalışan iki ülkenin ilişkilerinin gerilemeye başlaması ile birlikte bölgede iki ülkeninde farklı stratejik hamleleri olmuştur. Durağanlaşan ve gerileyen bu ilişkiler Ak Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Ak Parti’nin önemli stratejistlerinden Ahmet Davutoğlu’nun geliştirdiği komşular ile sıfır sorun politikası ile ilişkiler tekrar geliştirilmeye başlanmıştır. Fakat Ak Parti döneminde, iki ülkeninde kırmızı çizgi olarak belirttiği ilkelerin ihlal edilmesi, karşılıklı üst düzey açıklamaların şiddetlenmesi, İsrail’in Filistin Halkına uyguladığı şiddet,Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki tutumu, Mavi Marmara olayı ilişkileri duraklama sürecine götüren adımlardan sadece birkaç tanesidir.
Bu çerçevede, makalede Türkiye İsrail ilişkileri’nin 2002-2020 yılları arasındaki Ak Parti Dönemi Türkiye-İsrail ilişkileri, AK Parti’nin Orta Doğu’ya bakışı ve İsrail İlişkileri, Mavi Marmara Olayı Sonrası, Arap Baharı Olayları, ABD’nin Kudüs Kararı ve Doğu Akdeniz Sorunu başlığı altında ele alınacaktır. Bu ilişkilerin gelişiminde öne çıkan faktörlere ve iki ülke arasındaki ciddi krizlere neden olan sorunlara değinilecektir. Sonuç kısmında ise Türkiye ve İsrail’in ilişkilerinin geleceği hakkında değerlendirmede bulunulacaktır.

AK Parti’nin Ortadoğu’ya Bakışı ve İsrail İlişkileri

Orta Doğu bölgesi tarihsel süreçte kanlı savaşlara,çatışmalara,isyanlara ve devrimlere ev sahipliği yapmış bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgenin zengin enerji kaynakları her dönem ilgi çekiciliğini korumuş ve küresel sistemde büyük devletler bölgedeki istikrarsız yapıdan yararlanmak istemişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafi konumu sebebi ile bölgedeki olaylar ülkemizi de ciddi oranda etkileyebilmektedir. Soğuk Savaş dönemi sonrası Türkiye’nin Orta Doğu politikalarında bölgeye yönelik ciddi bir ilgi vardır. Özellikle Ak Parti iktidarı ile Türkiye’nin bölgede bir merkez ülke olması hedeflenmiştir. 2002 Yılında tek başına Ak Parti’nin iktidara gelmesi, Türk Dış Politikasında kayda değer bir değişimin ve dönüşümün yaşanmasına imkan tanımıştır.
Bu değişim ve dönüşüm Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik gerçekleştireceği politikalarda da kendini hissettirmiştir. 2002 AK Parti Seçim Beyannamesi’nde de bunu açıkça görmek mümkündür. Yayınlanan beyanname’de; Orta Doğu’da akan kan, tüm dünya kamuoyunu olduğu gibi, bu bölge ile yakın kültürel ve tarihi ilişkileri olan Türk halkını da üzmekte ve endişeye sevk etmektedir. Ak Parti, din ve ırk ayırımı yapmaksızın, kime ait olursa olsun dökülen kanın ve gözyaşının acilen durdurulmasını sağlayacak tek yolun, kalıcı bir barıştan geçtiğine inanmaktadır.
Türkiye, Filistin’de barışın tesisine yönelik çabaları desteklemeye devam edecektir,cümleleri yer almıştır (1). Adnan Menderes ve Turgut Özal dönemlerinde dış politikada önemli bir yer tutan bu bölge, AK Parti iktidarı döneminin gündeminde daha da belirleyici olmuştur. Türkiye’nin bölgeden uzak duran geleneksel tutumunu değiştiren AK Parti iktidarı, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerde güçlü ve aktif bir oyuncu olarak rol almıştır (2).
Bölgede etkin olmaya çalışan bir diğer ülke ise İsrail’dir.İsrail bu etkinliği Arap Devletleri ile verdiği mücadeleler ve savaşlar sonucunda güvenlik ve kuşatılmışlık denklemi etrafında geliştirmeye çalışmaktadır. Kuruluşundan bu yana kendini milli güvenlik devleti (3)* olarak algılayan İsrail’in dış politikada en çok önem verdiği konu güvenliktir. Bu nedenle Arap olmayan devletlerle geliştirdiği ilişkiler İsrail’in kuşatılmışlık hissini azaltmakta ve dış politikasında büyük önem taşımaktadır. İsrailli entellektüeller için, İsrail, saldırgan Arap dünyasında tek başına yaşamak zorundadır.
Bu nedenle,İsrail’in dış ve güvenlik politikalarının temel hedefleri, müzakereler yoluyla soruna barışçıl çözüm bulmak ve etkili savunma kapasitesini geliştirerek saldırgan emellerin hâkim olduğu bir bölgede güvenliğini güvence altına almaktır. Sonuçta, İsrail’in dış ve güvenlik politikalarını, Arap ülkeleriyle yaşadığı sürtüşmeler ve Filistinliler ile yaşadığı krizler ağırlıklı olarak belirlemektedir (4). Fakat Türkiye ile geliştirdiği ilişkilerde İsrail için sadece kuşatılmışlık olgusunu azaltmaktan ibaret değildir. Bir diğer önemli olgu ise Türkiye, Orta Doğu’da mevcut siyasal yapısı ile en güçlü bölgesel güçlerden birisidir. Bu bölümde 2002-2020 yılları arasında Türkiye ve İsrail’in siyasi ilişkileri ele alınacaktır.
AK Parti iktidara geldikten kısa bir süre sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın Newsweek dergisine verdiği röportajda;İsrail ile olan ilişkilerin geleceğine yönelik sorulan soruya;’’İsrail ile olan ilişkilerimiz devam edecektir.Hiçbir şekilde Yahudi karşıtı değiliz.’’şeklinde cevap vermiştir (5). İktidara geldikten kısa bir süre sonra İsrail ve Türkiye arasında birçok resmi ziyaret gerçekleştirilmiştir. AK Parti’nin ‘’Komşularla sıfır sorun’’politikası gereği özellikle Orta Doğu’da istikrarlı bir bölge oluşturulması amaçlanmıştır. Komşularla sıfır sorun odaklı dış politikanın oluşmasında etkili olan en önemli faktör Türkiye’nin çevresinin istikrarsızlık ve kaos üreten bir yer olmaktan çıkartılması ve Türkiye’nin temel ilgi ve enerjisini ülke içi gelişmelere ayırabilmesi gereğidir (6).
AK Parti hükümeti döneminde şekillendirilen Türkiye’nin yeni dış politika vizyonuna göre, Türkiye ne Soğuk Savaşı dönemindeki gibi bir cephe ülkesi ne de Soğuk Savaş sonrası dönemindeki gibi bir köprü ülke olacak, uluslararası düzende bölgesel bir güç yani merkez ülke olacaktır. Bu tutum, Ahmet Davutoğlu’nun görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik olarak Doğu ile Batı arasında bir “aktarım nesnesi” değil aksine çok taraflı manevra kabiliyeti sayesinde kurucu, yapıcı ve düzen kurucu bir ülke olmasına gönderme yapar. Bu anlamda Türkiye tarihi, coğrafi ve stratejik derinlik ile küresel bir güç olabilme potansiyeline sahiptir (7).

Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine verdiği önem ve geliştirilen dış politikalar ilk yıllarda kendisini göstermeye başlamış ve komşu ülkeler ile ilişkiler gayet iyi bir şekilde yönetilmiştir. Kamuouyunda dikkat çeken en önemli konuların başında ise Türkiye-İsrail ilişkileri gelmiştir. Türkiye’nin AK Parti iktidarı ile birlikte İsrail ilişkileri üst düzey ziyaretler ile gelişme göstermeye başlamıştır. Tarihsel süreçte dalgalanmalar ile geçen ilişkiler özellikle AK Parti’nin ilk dönemlerinde iki ülkenin resmi ziyaretleri ile birlikte gelişme göstereceği sinyalini vermiştir.
Lakin atılan adımlar ve söylemler özellikle 2003 yılında patlak veren Irak Savaşı ile birlikte sarsıntılar yaşamıştır. İsrail’in Irak Savaşında Amerika’ya verdiği destek, Türkiye’nin ise bölgedeki istikrarın bozulacağı yöndeki savaşa karşı olan tutumu iki ülke arasında fikir ayrılıklarına sebep olmuştur. Yaşanan bu fikir ayrılıkları 2004 yılında daha da derinleşmiştir. İsrail’in düzenlediği füzeli saldırılarda Hamas’ın üst düzey iki liderinin öldürülmesi ve İsrail’in Filistin’e karşı artan şiddet eğilimi Türkiye tarafından sert bir dille eleştirilmiş ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan İsrail’e gerçekleştireceği ziyareti iptal etmiştir.
İki ülke arasındaki ilişkilerin düzenlemek bağlamında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 4 Ocak 2005’te İsrail’e ziyaret gerçekleştirmiş ve Başbakan Erdoğan da Mayıs 2005’te İsrail ziyaretinde bulunmuş, her iki ziyaret sırasında en üst düzeyde görüşmeler yapılmıştır. Gül, ziyaretinde Türkiye’nin Filistin-İsrail meselesi ve Suriye-İsrail arasındaki diplomatik müzakerelerde arabulucu olarak görev alabileceğini önermiştir. Gül’ün ziyaretinden sonra ilişkilerdeki yumuşaması ile birlikte, ABD’deki Nisan ayında gündeme gelen soykırım iddiaları karşısında Ermeni lobilerine karşı Yahudi lobisinin hareket geçtiği, İsrail’in de bu çabalara destek verdiği görülmüştür. Başbakan Erdoğan’ın İsrail ziyareti, basında geniş bir yer tutmuş, İsrail ile Türkiye arasında buzların erimeye başladığı şeklinde yorumlanmıştır (8).
Ancak 2006 yılında Filistin’de etkinliğini artıran HAMAS Hareketi’nin seçimlerden galip çıkması ve Halid Meşal’ın Türkiye’ye geldiğinde AK Parti ile görüşmeler gerçekleştirmesi iki ülke arasındaki sorunlara tekrar kapı aralamıştır. Aynı yıl içerisinde Türkiye tarafından İsrail’in Lübnan’a saldırılmasına ciddi bir tepki gösterilmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler tekrar gerginleşmiştir. Bilindiği üzere İsrail ve Türkiye ilişkilerinde Filistin meselesi büyük önem taşımaktadır. İsrail’in HAMAS’ı bir terör örgütü olarak görmesi ve Filistin halkına yönelik arttırdığı şiddet ve işgal programları iki ülke arasındaki ilişkileri derinden sarsmaktadır.
2007 yılına gelindiğinde ise Türkiye,İsrail ve Suriye arasında bir arabuluculuk rolü üstlenmiştir. 2008 yılındaki Suriye-İsrail dolaylı barış görüşmeleri, Türkiye’nin nezaretinde gerçekleştirilmiştir. Arabuluculuk girişimi, 27 Aralık 2008 tarihinde İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği Dökme Kurşun Operasyonu’na kadar devam etmiştir (9). Dökme Kurşun Operasyonu (10) ile İsrail’in Filistin halkına uyguladığı şiddet artmış, Filistin’e uygulanan ambargolar ile birlikte Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler ciddi zedelenmeler yaşamıştır. 2010 yılında gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’nda dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perest arasında gerçekleşen tartışma ilişkileri kopma noktasına getirmiştir.
İki üst düzey isim arasında gerçekleşen bu tartışma dünya basınında yer almış ve Türkiye gerek Filistin gerekse Arap devletlerden destek mesajı almıştır. Bu tartışmadan bir sene sonra ise ‘’Alçak Koltuk Krizi’’olarak tanımlanan olay gerçekleşmiştir. İsrail Dışişleri Bakanı Dani Ayalon’un Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a karşı diplomatik usüllerin aksine küçümser davranışı ve toplantıda dile getirdiği cümleler iki ülke arasındaki bağları koparmaya devam etti. Dani Ayalon İsrailli gazetecilere dönüp, İbranice, “Görüyorsunuz, o bizden aşağıda oturuyor, biz yüksekteyiz ve burada sadece İsrail bayrağı var” dedi (12).

Mavi Marmara Olayı Sonrası

31 Mayıs 2010 Tarihinde ise iki ülke ilişkilerin en kötü günlerini yaşamasına sebep olan Mavi Marmara Olayı gerçekleşti. Türkiye’den Gazze’ye İnsani yardım götüren gemilere yönelik İsrail askerlerinin saldırısı sonucu 10 kişi hayatını kaybetmiş ve 56 kişi yaralanmıştı. İsrail’in 31 Mayıs’ta insani yardım filosuna saldırısı üzerine T.C. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’ni acil olarak toplantıya çağırdı. 1 Haziran’daki BM Güvenlik Konseyi toplantısında Davudoğlu, BM’nin acilen soruşturma başlatmasını istedi. T.C.Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: “Bu yakışıksız bir harekettir. İsrail’in tavırları, uluslararası hukukun derin bir şekilde ihlali anlamına geliyor. En basit anlatımla, bu, eşkiyalık ve korsanlıkla eş değerdir. Bu devlet tarafından işlenmiş bir cinayettir. Hiçbir mazereti olmadığı gibi meşruiyeti de yoktur. Böyle bir yolu izleyen bir ulus devlet, uluslararası kamuoyunun saygın bir üyesi olma meşruiyetini de kaybetmiştir.” dedi (13).
Gerçekleştirilen bu saldırı sonrasında uluslararası kamuoyunda İsrail’e karşı ciddi eleştiriler yükselmiştir. Mavi Marmara Olayı Türkiye ve İsrail ilişkilerindeki kırılma noktalarından birisidir.İnsani yardım amaçlı yola çıkan bir gemiye düzenlenen bu saldırı Türk Medyası’nda da önemli bir yer bulmuş ve Türk Halkı tarafından İsrail karşıtı gösteriler düzenlenmiştir. Fakat bu İsrail’in suçsuz insanlara karşı düzenlediği ilk saldırı değildir ve son saldırı da olmayacaktır. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin sürekli kopma noktasına gelme sebeplerinden en önemlisi, İsrail’in savaş dışı sayılan sivillere karşı uyguladığı şiddettir. İsrail’in Filistin’de sivillere yönelik uyguladığı ambargolar, şiddet ve işgalci davranışlar  iki ülke arasındaki ilişkilerin temel sorununu oluşturmaktadır.
Fakat İsrail’in bu işgalci tavrı son yıllarda gerçekleşen bir olay değildir. 1967 Savaşından hemen sonra İsrail Hükümeti Kudüs’ün İsrail’in ezeli ve bölünmez başkenti olduğunu ilan etti. Yerleşimciler taşınmaya başladı ve İsrail’in iç yönetimine ait sınırlar Batı Şeria’nın içlerine doğru genişletildi. İsrailliler ayrıca(eski Ahit’teki isimleriyle Yahuda ve Samarya olarak adlandırdıkları) Batı Şeria’da, Golan Tepeleri’nde ve Gazze Şeridi’nde yerleşim yerleri inşaa etti (14).
Yıllardır devam eden Filistin İsrail sorunu Mavi Marmara Olayı ile tekrar kendine dünya gündeminde yer edinmiştir.Olaydan üç sene sonra dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’nın arabulucuğu ile Netanyahu tarafından İsrail adına Türk halkından özür dilenmiş ve olayda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi kabul edilmiştir. Dilenen özür sonrası İsrail, Filistin’e sağlanacak yardımların girişine hiçbir kısıtlama koyulmayacağının teminatını vermiştir.
Türkiye, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi için uluslararası hukuk ve teamül çerçevesinde, İsrail Hükümetinden özür dilemesini, kurbanların ailelerine tazminat ödemesini ve Gazze’ye yönelik kısıtlamaların bir an önce kaldırılmasını talep etmiştir. İsrail’in kademeli olarak bu koşulların karşılanması yönünde attığı adımlar sonucunda 26 Haziran 2016 tarihinde ikili ilişkilerin tekrar normale döndürülmesine yönelik mutabakata varılmıştır. Bu çerçevede iki taraf arasında yapılan “Tazminata İlişkin Usul Anlaşması” 28 Haziran 2016 tarihinde imzalanmıştır (15).

Arap Baharı Olayları

Mavi Marmara krizinden sonra gerginleşen ilişkiler Arap Baharı Olayları sonrasında farklı bir boyut kazanmıştır. 18 Aralık 2010 tarihinde Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendini yakması ile Tunus’ta başlayan olaylar domino etkisiyle tüm Orta Doğu’ya yayıldı. İşsizlik, kötü yaşam koşulları ve ifade özgürlüğü’nün kısıtlanması gerekçe gösterilerek başlatılan protestolar Arap dünyasında ciddi değişimleri de beraberinde getirmişti. 30 yıl boyunca iktidarda kalan Hüsnü Mübarek ve 42 yıl boyunca ülkeyi yöneten Muammer Kaddafi’nin devrilmesi bu değişimlere örnek verilebilir. Türkiye’nin, Arap ayaklanmaları esnasında iktidar değişimi yaşanan ve Müslüman Kardeşler’in iktidara geldiği Mısır ve tıpkı Türkiye gibi, Mısır ve Suriye’de muhalefete destek veren Katar ile yakınlaşması da İsrail ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.
Nitekim İsrail’in, Müslüman Kardeşler’in iktidarda olacağı Mısır ile iktidar değişiminin gerçekleşmiş olması halinde kuzey sınırını tehdit edecek bir Suriye’yi kendi ulusal güvenliğine yakın tehdit olarak algılamış olması, İsrail’in, Türkiye’nin Mısır ve Katar ile geliştirmek istediği bölgesel işbirliği girişimine karşı çıkmasına yol açmıştır (16).
Özellikle Orta Doğu’da hedeflenen merkez ülke olma politikası, iç savaşlar ve ayaklanmalar ile istenilen başarıyı yakalayamamıştır. Bölgenin istikrarsız yapısı anlaşılacağı üzere sadece Türkiye’nin girişimleri ile düzelecek kadar basit gözükmemektedir. Ayrıca sınır komşumuz Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinde başlayan iç savaş Türkiye’nin izlediği komşularla sıfır sorun politikasını etkisiz bırakan en önemli faktörlerdendir. Suriye ile geliştirilen ilişkilerin iç savaş sonrası çöküşü ve Türkiye’nin yoğun bir mülteci akınına maruz kalması bunun bir sonucudur. Türkiye ve İsrail ilişkileri de bu süreçte düşüş yaşamıştır. Çünkü bölgede her iki ülkeninde tehdit algısının farklı olması ilişkilerdeki kopmayı hızlandırmıştır.
İki ülkenin PYD/YPG ile ilgili algılamaların­da da farklılaşma olduğu görülmektedir. Tür­kiye, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD/ YPG üzerinden sınırda bir özerk bölge oluş­turma çabası içerisinde olmasını yaşamsal bir tehdit olarak değerlendirmiş ve buna en­gel olabilmek için Suriye sahasında art arda askeri harekatlar düzenlemiştir. İsrail ise son yıllarda Türkiye tarafından takip edilen PYD/ YPG politikasının tam karşısında bir algılama biçimine sahiptir (17). Ayrıca ABD’nin PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/YPG’ye yaptığı  silah yardımları ve örgütün militanlarına vermiş olduğu askeri eğitim Suriye’deki olayları daha da karmaşık hale getirmiştir. ABD tarafından izlenilen bu politika Cumhurbaşkanımız tarafından da en üst düzeyden eleştirilmiştir.
Türkiye gerek sınırlarını terör örgütlerine karşı koruma ve gerekse bölgesel politikaların dışında kalmamak adına Suriye’ye Şah Fırat Operasyonu ve Fırat Kalkanı Harekatı gibi toplamda altı askeri harekat düzenlemiştir. Suriye İç Savaşı’nda İran’ı ciddi bir tehdit olarak gören İsrail ise Suriye’deki İran hedeflerini düzenli olarak vurmuştur (18). İzlenilen politikaların farklı olması ve ülkeler arası yaşanılan siyasi krizler iki ülke medyasında da ciddi yer edinmiştir. Ayrıca iki ülkeden gelen üst düzey açıklamalar olayı daha da karmaşıklaştırmıştır. Suriye’de yaşanan bu gerginliğe yönelik Türkiye’nin tavrı, bir çıkar çatışması içerisine girmeksizin uzlaşı diplomasisini kullanarak Suriye’yi siyasi bir geçişe götürecek girişimlerde bulunması oldu.
Öyleki, bir taraftan ABD eksenli başlatılan Cenevre görüşmelerine aktif bir katılım sağlarken, diğer taraftan İran’ın da içinde bulunduğu taraflarla birlikte Astana Görüşmeleri’ni yürüttü. Dolayısıyla Türkiye, İran’ın Suriye’deki varlığına yönelik olarak ABD ve İsrail’in aksine çatışmadan yana değil, siyasi çözümden yana tavır koydu (19). Bu nedenle Türkiye ve İsrail’in bölgedeki strateji farklılıkları iki ülke ilişkilerini soğutan bir başka neden olarak karşımıza çıkmaktadır.

ABD’nin Kudüs Kararı

2017 yılında ise Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı iki ülke arasında yeni bir gergin ortam yaratmıştır. Açıklanan bu karar İsrail Hükümeti tarafından memnuniyetle karşılandı fakat Türkiye başta olmak üzere birçok devlet karara tepki gösterdi. Fakat İsrail’in Kudüs ısrarı son yıllarda gerçekleşen bir durum değildir. İsrail Devleti kurulduğu yıldan beri Kudüs’ü başkenti yapmak istemektir.Yahudi milliyetçiliği’nin ve siyonist hareketlerin kurucularından olan
Theodor Herzl’in 1896 yılında Londra’da haftalık olarak yayınlanan ‘’The Jewish Chronicle’’için yazdığı makalede de Filistin ve Kudüs’ün işgal edileceği net bir biçimde anlaşılır. Makalede Herzl, ’’Filistin bizim hiç unutmadığımız tarihi vatanımız. Filistin’in ismi bile halkımızı olağanüstü bir şekilde cezbedecektir (20)’’ yazmıştır. Filistin’e karşı gerçekleştirilen işgal hareketleri İsrail’in kuruluşundan beri gün geçtikçe artmaktadır. Kudüs bu nedenle İsrail için hem dini hemde milliyetçilik boyutunda büyük önem taşımaktadır. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkileri sürekli olarak gerginleştiren Filistin meselesi bugün hala net bir çözüm kavuşamamıştır.
Tarihin en uzun süren milliyetçi çatışmalarından birisi olan bu konu iki ülke arasında sürekli olarak sorun teşkil etmiştir. Türkiye’nin İsrail’in çatışmacı tavrına yönelik aldığı tavır İsrail tarafından da eleştiriler ile karşılanmıştır. Ayrıca Kudüs’ün dinler arası kutsallığı Filistin ve İsrail çatışmasını Müslüman ve Yahudi çatışmasına kadar götürmüştür. Bu nedenle İsrail’in Filistin üzerinde gerçekleştirdiği işgalci tavır sadece Filistin’e değil Müslümanlar içinde kutsal olan Kudüs’e karşı işgal politikaları taşımaktadır.

Doğu Akdeniz’de Enerji Mücadelesi

Arap Baharı sonrasında değişen Orta Doğu politikaları,bölgede gerçekleşen demokratikleşme hareketlerini kendi rejim ve sınırlarına karşı tehdit olarak gören ülkeler arasında güvenliği esas alan bir yakınlaşma oluşturmuştur. Özellikle İran’ı bölgede ciddi tehdit olarak gören İsrail,Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri adına bir yakınlaşma zemini inşaa edilmiştir. Ayrıca bu ülkeler Türkiye’nin Orta Doğu’da izlediği yumuşak güç ve merkez ülke politikalarının gücünü kırmak adına Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya politikalarında Türkiye aleyhtarı bir tutum izlemektedir. Özellikle Arap ülkelerin İsrail ile yaptığı bu yakınlaşma, Filistin konusunda İsrail lehine tutum izlemeye kadar gitmiştir. Bunun en belirgin örneği, Yüzyılın Planı ve Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin ilhakı konusunda bu ülkelerin gösterdikleri olumlayıcı tavırdır (21).
Türkiye açısından bir alt-havza (lebensraum) olan Doğu Akdeniz, Türk Dış Politikası’nda son yıllarda olumsuz gelişmelerin yaşandığı Adalar Denizi’ndeki Türk-Yunan anlaşmazlığının yerini almaya aday görünürken enerji alanından bölgede yaşanan gelişmeler, Türk Dış Politikasının mücadele alanlarında yeni ve aktif bir cephenin açılmasına yol açmıştır. Türkiye kararlığını attığı somut adımlarla ortaya koyarken bu olay, karşı taraftaki İsrail ile yaşanan ve Mavi Marmara ile derinleşen gergin ilişkilerde yeni bir kaynama noktası oluşmasına neden olmuştur (22).
Doğu Akdeniz diğer adıyla Levant Havzası Türkiye, Mısır, İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, KKTC ve GKRY’nin ortak deniz alanlarını paylaştığı kıyı bölgesi olarak tanımlanmaktadır (23). Bölgede bulunan zengin enerji kaynakları sadece iki ülkeyi değil neredeyse tüm dünya ülkelerinin gözünü bu bölgeye çevirmiştir. Enerjiye olan ihtiyaç ve enerji kullanımının son yıllarda rekor seviyelere ulaşması ülkeleri yeni kaynaklar aramaya sevk etmiştir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de bulunan enerji yatakları ve bu kaynakların kullanımı ile ilgili olan konular bölgeye sınırı olan ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir. 2000’li yıllar itibariyle Kıbrıs açıklarında tespit edilen hidrokarbon kaynakları, bölgenin önemini bir hayli arttırmıştır.

Keşfedilen ve keşfedilmeyi bekleyen yeni enerji havzaları nedeniyle, kıyıdaş ülkeler arasında günümüzde de devam eden bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Özellikle GKRY’nin KKTC ve Türkiye’yi hiçe sayarak Mısır, Lübnan ve İsrail’le Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırması Anlaşmaları yapması, Ankara Hükümeti’nin başta Rum Yönetimi olmak üzere, MEB ilan eden diğer devletlerle arasında bir takım diplomatik krizlere yol açmıştır (24).
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2003 yılında Mısır’la Doğu Akdeniz ‘de petrol ve doğalgaz arama anlaşması imzalamıştır. İmzalanan bu anlaşma sonrasında 2007 yılında Lübnan,Suriye ve İsrail ile de anlaşmalar yapmıştır.Doğu Akdeniz bölgesini kendince parselleyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu bölgede yapılacak olan araştırmalar için uluslararası ihalelere çıkmıştır.ABD tarafından bölge ciddiyet ile takip edilmiş ve Amerika’nın Güney Kıbrıs Büyükelçisi 27 Mayıs 2009 tarihinde ‘’bir Amerikan şirketinin yakında petrol aramaya başlayacağını (25)’’duyurmuştur.
KKTC tarafından ise bu açıklama tepki ile karşılaşmış ve Amerikan Büyükelçisi kınanmıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Rum tarafına, petrol arama çalışmaları konusunda ‘Türkiye’ye meydan okumak akıllıca değil’ uyarısı yapmıştı. Tüm bu açıklamaların ardından Türkiye ve İsrail ile Doğu Akdeniz üzerindeki gerilimi artıran bir önemli olay ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği ziyaret sonrası yaptığı açıklamalar oldu. Ziyaret kapsamında, iki ülke arasında, İsrail doğalgazının AB’ye Güney Kıbrıs üzerinden taşınması konusunda bir çalışma grubu kurulduğu açıklanmıştı.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli, 14 Ağustos’ta, Rum tarafının Doğu Akdeniz’de hidrokarbon aramaları konusunda ‘Türkiye’nin herhangi bir şey yapmaya cesaret edemeyeceğini’ iddia etmesi sonrasında Rum yönetiminin 2003’de Mısır’la yaptığı anlaşmaya imza atan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eski dışişleri bakanlarından Nikos Rolandis de, sözde MEB içerisinde petrol ve doğal gaz arama çalışmalarıyla ilgili Türkiye’nin uyarılarını dikkate alması çağrısı yaparak ‘Türkiye dediğini yapar’uyarısında bulunmuştu (26). Türkiye 2011’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile ruhsatlandırma anlaşması yapmıştır. Bu anlaşma ile Türkiye Kıbrıs etrafında donanma unsurları ve sondaj gemileriyle varlık gösterme imkanı bulmuştur. Bu hamleyle hem KKTC’nin adanın hidrokarbon kaynaklarından doğan haklarını kullanması sağlanmış hem de bu hakların çiğnenmesine yönelik girişimler caydırılmıştır (27).
 Bu askeri önlemlerin ve Türkiye’nin kendi arama-sondaj faaliyetlerini yürütmesinin yanı sıra en kritik adım Libya ile 27 Kasım 2019’da deniz yetki alanlarının belirlenmesini öngören mutabakat muhtırası imzalanması olmuştur. Bu mutabakat ile Doğu Akdeniz’de hukuksuzluğa izin verilmemiştir (28). Trablus hükümetiyle ayrıca güvenlik ve askeri iş birliği mutabakatı da imzalanmıştır. Türkiye mutabakata uygun olarak ve davet üzerine Libya’ya asker de göndermiştir. Böylece Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının batı sınırlarının bir bölümü belirlenmiştir. Sevilla Haritası veya benzerleriyle Türkiye’nin Akdeniz’de 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapsedilmesinin önüne geçilmiştir. Ankara’nın son siyasi-diplomatik hamleleri Doğu Akdeniz’i (ve bağlantılı olarak Libya ve Kıbrıs’ı) Türk dış politikasının ana gündem maddelerinden birisine çevirmiştir.
Doğu Akdeniz ve Libya’nın istikrarı da Ankara’nın milli güvenlik anlayışının kritik bir parçası durumundadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını hiçe sayarak paylaşıma girenleri eleştirirken şu ifadeleri kullanmıştır: ‘’Dayatılmaya çalışılan planlar var burada. Haklı bir adımla biz bunu boşa çıkardık. Daha da ileri gideceğim. Burada Sevr’in aslında ters yüz edilmesi var. Böyle bir adım atılmış durumda (29)’’ demiştir. İsrail medyasında ise bu duruma İran, Katar, Türkiye, Hamas ve Hizbullah, özellikle İsrail’e karşı ortak düşmanlık nedeniyle bu sorunların bazıları üzerinde daha yakın bir şekilde çalışmaya çalışıyor olabilir mi? Sorusu ile yer verilmiş ve Türkiye’nin Libya hamlesi tehlikeli bulunmuştur (30).

Türkiye ve İsrail Olası MEB Anlaşması

Türkiye ve İsrail arasında imzalanacak olası bir münhasır bölge antlaşması iki ülke adına da olumlu ve kazançlı bir durum olacaktır. Türkiye ile İsrail, aralarındaki karşılıklı kıyılara istinaden, Türkiye ile Libya arasında yapılan anlaşmada esas alınan ilkeler doğrultusunda deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzalanması durumunda Türkiye 10.462km2 deniz alanı kazanırken, İsrail de 16.344 km2 bir deniz alanı kazanacaktır. İsrail’in, 125 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunan Afrodit yatağının bulunduğu 12 numaraları parselin tümüne; 1, 7, 8, 9, 10 ve 11’in belirli kısımlarında hak sahibi olacaktır (31). İkili ilişkilerin Filistin Sorunundan Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilecek politikalara çevrilmesi ve Türkiye’nin var gücü ile haklarını savunacağı bu bölgenin Türkiye İsrail ilişkilerini yeni bir boyuta taşıyacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Yıllardır sorunlarla ilerleyen ve gelişme gösteremeyen Türkiye-İsrail ilişkisinin, Doğu Akdeniz üzerinden gerçekleştirilecek proaktif politikalar ile gelişme gösterebilmesi mümkündür. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bölgedeki tek taraflı çıkar politikaları Türkiye-İsrail arasında yapılabilecek olası bir anlaşmayı kolaylaştırmaktadır. GKRY eski Dışişleri Bakanı Rolandis 2012 yılında yaptığı bir açıklamada Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptıkları anlaşmada hak ettiklerinin dört katı deniz alanı kazandıklarını itiraf etmiştir (32).
Bu noktadan hareketle düşünüldüğünde Türkiye ve İsrail arasında olası bir anlaşma mümkün gözükmektedir. İsrail’in dış politikasında izlediği güvenlik ve çıkar ilişkileri bu anlaşmayı kolaylaştırıcı etkenlerdir. Ayrıca Türkiye Doğu Akdeniz’de Libya ile gerçekleştirdiği anlaşma sonrasında bölgede asla göz ardı edilemeyeceğini kanıtlamıştır. Bu olası anlaşmayı kolaylaştıran bir diğer etken ise 11 Mayıs 2020 tarihinde Mısır,Birleşmiş Arap Emirlikleri, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Fransa’nın Türkiye’yi hedef alan açıklamalarında İsrail’in olmayışı ve bu açıklamayı imzalamamasıdır (33). Bu hareket Türkiye tarafından olumlu karşılanmıştır. Ayrıca İsrail Doğu Akdeniz’deki Yishai gaz sahası sınırı ile GKRY’nin ilan ettiği parsellerde yer alan Afrodit gaz sahasının sınırının çakıştığını belirterek bölgedeki saha geliştirme faaliyetlerine 10 Aralık 2019’da itiraz ettiğini de unutmamak gerekir (34).
Bu olaydan bir hafta sonra ise İsrail medyasında İsrailli yetkililerin Türkiye ile müzakereye açığız mesajı yer almıştır. Yapılan açıklamada  yaşanılan bu gelişmeler İsrail tarafınında bölgede yeni bir anlaşmaya sıcak baktığını kanıtlar niteliktedir. Coğrafi konumu ve sahip olduğu hali hazırda kullanılan boru hatları ile Türkiye Avrupa’ya enerji nakli konusunda da öne çıkmaktadır. Doğu Akdeniz’de Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz aktarımı yapılması maliyeti azaltacak en önemli konuların başında gelmektedir. TANAP,TAP ve Türk Akımı projeleriyle doğu ve kuzeyden gelen doğal gazı Avrupa’ya transfer etmeye hazırlanan Türkiye buna bir de Doğu Akdeniz gazını ekleyerek bölgesinde önemli bir enerji ticaret merkezi olabilir (35).

Sonuç:

Türkiye 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkedir.Çevresel faktörler ve iki ülkenin güvenlik kaygıları bölgede ilişkilerin ilerlemesini sağlayan etkenler olmuştur. Fakat İsrail’in uyguladığı şiddet ve işgal politikaları Türkiye tarafından üst düzey açıklamalar ile eleştirilmiştir. AK Parti döneminde iki ülke arası ilişkiler sürekli olarak inişli çıkışlı bir yol izlemiştir. Özellikle Davos’ta yaşanılan One Minute Krizi sonrası iki ülke ilişkilerinin olumsuz bir şekilde seyrettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kriz sonrasında yaşanılan Alçak Koltuk Krizi ve sonrasında yaşanılan Mavi Marmara Olayı Türkiye’nin İsrail’e karşı tutumunu daha da olumsuzlaştırmıştır. ABD’nin araya girmesi İsrail’in Mavi Marmara özürü iki ülkenin ilişkilerini olumlu yönde etkilemiş ve etkileşimin bitmemesini sağlamıştır.
Son günlerde Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilen enerji politikaları ise ikili ilişkileri olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Çünkü Kıta sahanlığı açısından en büyük yüzölçümüne sahip Türkiye’nin bölgede dikkate alınmayarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve kıyıya komşu olan ülkelerin başlattığı politikalar Türkiye-İsrail ilişkilerini tekrar olumsuz bir duruma getirmiştir. Fakat özellikle Doğu Akdeniz’de olası bir Türkiye-İsrail münhasır ekonomik bölge anlaşması iki ülkeninde çıkarlarını olumlu yönde etkileyecektir. Unutulmamalıdır ki,Türkiye Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de büyük bir bölgesel güçtür. Türkiye’yi bu bölgelerde yok sayarak atılan adımlar son dönem ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeye devam edecektir. Olası anlaşma ile Türkiye’nin İsrail’e bakış açısını değiştirebileceğinin de altını çizmek gerekir. Fakat Türkiye’nin diplomatik ilişkileri daha da artırması gerekmektedir.
Bunun en büyük sebebi ise Türkiye ve İsrail arasında yaşanan krizler sonrası İsrail’in bölge ülkeleri ile geliştirdiği ilişkilerdir. Türkiye’nin Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de gücünü artıracak en önemli etken müttefik sayısını artırmaktan geçmektedir. Libya ile yapılan anlaşma sonrası Türkiye bölgedeki gücünü göstermiş ve tüm aktörler tarafından dikkate alınması gereken adımlar atmıştır. Dolayısıyla bu adımlar ve diplomasinin etkin kullanımı Türkiye’nin elini güçlendirecek en önemli etkenlerdir. Bölgede daha aktif bir politika izlenilerek İsrail ile olan geçmiş sorunların üstesinden gelinmeli ve anlaşma imzalanması sağlanmalıdır. Eğer bu anlaşma imzalanırsa İsrail ile olan ilişkilerimiz Doğu Akdeniz bölgesi üzerinden olumlu bir ivme kazanılabilir.
AK Parti döneminde izlenilen ‘’komşularla sıfır sorun’’ politikasından gerek çevresel ve gerekse yönetimsel hatalardan dolayı istenilen verimin alınamadığı hatta ilişkilerin aksi yönde ilerlediğini söylemek mümkündür. Önümüzdeki yıllarda her iki bölge içinde atılacak adımlar Türkiye İsrail ilişkilerini yakından ilgilendirecektir. Türkiye’nin bu bölgede müttefik edinmesi bölgede ülkemizin varlığını daha da artıracaktır. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin elini güçlendirecek en önemli etken kendisine karşı kurulan cepheyi içten fethetmek yani içerisindeki ülkeler ile anlaşma yapmaktır. Bu anlaşmada en çok göze batan ve cepheden ayrı kalan ülke İsrail’dir. Bu sebeple İsrail ile MEB anlaşması imzalanması bölgedeki dengeleri ve cepheleri alt üst etmek için atılacak yerinde ve gerekli bir adımdır. Libya ile olan anlaşmada da bunu görmek mümkündür.

Hacı İbrahim Sancaktar

KAYNAKÇA

1-(AK Parti, 2002 Genel Seçimleri Seçim Beyannamesi, http://www.akparti.org.tr/upload/documents/2002-beyanname.pdf, (19.11.2015), s.134)

2-(Burhanettin DURAN, “Türk Dış Politikası Ortadoğululaşıyor Mu?”, Ortadogu yıllığı 2008, 1. Baskı, Kitapyurdu, 2010, s.385.)

3-(*Milli güvenlik: “Devletin maddi-manevi varlığına yönelebilecek iç ve dış tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması, bu yönde gerekli görülen her türlü önlemlerin alınmasıdır”. (Şenel, Muazzez ve Şenel, A.Turhan, (1969), “ Devlet Genel Güvenliği ve Polis ”Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü Yayınları, s.10.)

4-(Ofra Bengio,The Turkish-Israeli Relationship:Changing Ties of Middle Eastern outsiders,New York,Palgrave,2004)

5-(Uygar Kumbul,Türkiye’nin İsrail Politikasında Değişim ve Devamlılık,(2002-2011)yayınlanmamış yüksek lisans tezi,Gazi Üniversitesi SBE,Uluslararası İlişkiler Bölümü,Ankara 2014,s.58)

6-(Doç. Dr. Tarık OĞUZLU,Ortadoğu Analiz,Haziran 2012 – Cilt: 4 – Sayı: 42 sf.9)

7-(Murat YEŞİLTAŞ ve Ali BALCI, “AK Parti Dönemi Türk Dış Politikası Sözlüğü;Kavramsal bir Harita”, Bilgi Dergisi, S.23, Kış 2011, s.13.)

8-( KUMBUL, ibid, s.73-75.)

9-(Yesevi, Çağla Gül (2020). İsrail- Türkiye İlişkilerinin Değerlendirilmesi. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.)

10-3 Ocak’ta Gazze sınırını geçen tankların da katıldığı harekât 18 Ocak’ta son buldu. 22 gün süren işgal ve bombardıman sonucunda Gazze Şeridi’nde 355’i çocuk en az 1.500 kişi hayatını kaybetti, 7.000 kişi yaralandı, 4.000 hane yıkıldı. İş merkezleri, tarım alanları, seralar, hayvan barınakları, sulama kanalları, kuyular ve su pompaları gibi sivil hedefler füzeler, tanklar ve kullanımı Cenevre Sözleşmesi ile yasaklanmış misket ve fosfor bombalarıyla yerle bir edildi. Sağlık hizmeti veren kuruluşların %48’i saldırılar sırasında yıkıldı. 8’i çocuk yuvası olmak üzere toplam 18 okul kullanılamaz hâle getirildi; en az 280 okulda da çeşitli hasarlar oluştu. İsrail ve Mısır’dan enerji nakil eden hatlar vuruldu. (https://www.ihh.org.tr/haber/dokme-kursun-operasyonu-1991)

12-(‘’Alçak koltuk krizi’’,Hürriyet,13.01.2010(Erişim tarihi 11.01.2021)

13-(‘’Mavi Marmara katliamı’’, https://www.ihh.org.tr/mavi-marmara (31.05.2010) Erişim tarihi(11.01.2021) )

14-( James L.Gelvin ,Modern Ortadoğu Tarihi, 2.baskı,Timaş Yayınları sf.271)

15-(“Türkiye- İsrail Siyasi İlişkileri”, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa ,Erişim tarihi (12.01.2021)

16-( Göktürk TÜYSÜZOĞLU,İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ,Cilt: 3, Sayı: 3, 2014 sf.594)

17-(Dr. Seher Bulut, TÜRKİYE VE İSRAİL’İN SURİYE KRİZİNE YAKLAŞIMLARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi,Analiz,Ekim 2020,sf.3)

18-( İsrail, İran’ı 79 kez vurdu!, https://www.yenisafak.com/dunya/ortadoguda-son-durum-israil-irani-79-kez-vurdu-3575728 ,(19.11.2020)Erişim tarihi(12.01.2020)

19-(Hamza Haşıl,Orta Doğu Analiz dergisi,Cilt:10 Sayı:80,Ekim 2019 sf.75)

20-(Paul Mendes-Flohr and Jehuda Reinharz,The Jews in the modern world:A Documentary History:Oxford University Press,1995,S.534)

21-(“Major Arab states support, Turkey rejects deal of the century”, 29 Ocak 2020,

https://www.middleeastmonitor.com/20200129-major-arab-states-support-turkey-rejects-deal-of-thecentury/ )

22-(Filiz Katman , Levant-Doğu Akdeniz ve enerji satrancı,ABMYO Dergisi. 29-30, (2013) s.17-26 )

23-(Ceyhun, G. Ç. (2014, Eylül). Türkiye, Kıbrıs ve İsrail Üçgeninde Doğu Akdeniz’in Güvenlik Sorunları, Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi, Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli.)

24-( Yrd. Doç. Dr. Umut Kedikli, ENERJİ ALANINDA BİR REKABET SAHASI OLARAK DOĞU AKDENİZ’İN ÖNEMİ, International Congress of Energy, Economy and Security,İstanbul,2017)

25-(Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?,https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor# ,21.09.2011,Erişim tarihi:12.01.2021 )

26-(Kıbrıs petrol içinde mi yüzüyor?,https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/09/21/kibris-petrol-icinde-mi-yuzuyor# ,21.09.2011,Erişim tarihi:12.01.2021 )

27-(Nurşin Ateşoğlu Güney, “Türk Dış Politikasını Anlamak: Doğu Akdeniz Stratejisi”, Yeni Şafak, 3 Şubat 2020.)

28-(“Libya ile Tarihi Anlaşma İmzalandı”, Sabah, 29 Kasım 2019)

29-(“Sevr’in Aslında Tersyüz Edilmesi Var” ATV, 15 Aralık 2019)

30-(Turkey’s ambitions in Libya and Eastern Med. again in spotlight – analysis,The Jerusalem Post,13.10.2020, Erişim tarihi:13.01.2021)

31-Doç. Dr. Cihat, YAYCI, “Doğu Akdeniz’in Paylaşımı Mücadelesi ve Türkiye”, sf. 96

32-(Doğu Akdeniz’deki Yunanistan’ı titreten kararlılık: Cihat Yaycı Türkiye-Mısır MEB’ini anlattı, https://www.haber7.com/dunya/haber/3013542-dogu-akdenizdeki-yunanistani-titreten-kararlilik-cihat-yayci-turkiye-misir-mebini-anlatti ,17.09.2020, Erişim Tarihi:16.01.2020)

33-(Mısır, BAE, Yunanistan, GKRY ve Fransa’dan ortak Doğu Akdeniz açıklaması, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/misir-bae-yunanistan-gkry-ve-fransadan-ortak-dogu-akdeniz-aciklamasi/1837312 ,11.05.2020,Erişim Tarihi:16.01.2020)

34-(İsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında ‘gaz sahası krizi’, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-ile-guney-kibris-rum-yonetimi-arasinda-gaz-sahasi-krizi/1668787, 09.12.2019,Erişim Tarihi:16.01.2021)

35-(KARAGÖL, Erdal, ve ÖZDEMİR, B. Zeynep “Türkiye’nin Enerji Ticaret Merkezi Olmasında Doğu Akdeniz’in Rolü”, SETA, Ankara, 2017.)